Nosebo etkisi plasebo etkisinin tam tersidir. Çok açıklayıcı olmadığının farkındayım. Fakat bir çok noktadan ele almamız gereken bu konu kadim insanlık tarihinden de eski bir yapıyla ilişkili olduğuna yemin edebilirim ama kanıtlayamam.
İnsanı etkileyen bir çok psikolojik ve nörolojik yapılar mevcuttur. Elbette konumuzda insanı doğrudan etkileyen bir konudur. Nosebo etkisini öğrenmek için birazcık geçmişe doğru gitmekte ve atalarımızın beyin yapısını incelemekte veya onlar gibi düşünerek bir nevi empati yapmakta fayda olduğunu düşünüyorum.
Her şeyden önce aklımıza ilk şu soru gelmeli. İnanç nedir? Sizin aklınıza inanç deyince belki dininiz belki de bir tabunuz gelecektir. Çünkü inanç insandan insana değişen bir olgudur. İnanç sorgulanamaz hatta abartarak söylemek istiyorum ki inanç yıkılamaz. Yıkmaya çalışmak demek bir insanın tüm benliğini elinden almak demek olur. Çünkü inanç insanla doğru orantılı giden matematiksel bir yapı gibi karşımıza çıkar.
İnanç Nedir?
Bir terim olarak kelime anlamına baktığımızda, bir insanın bir şeyin gerçek olduğuna olan bakış açısı ve güçlü bir şekilde kabullenmesi olarak görebiliriz. Tabi bu bakış açısı dini, felsefi veya bilimsel olarak değişiklik gösterebilir. Ama bizim merak ettiğimiz bu tanımlardan daha uzak.
İnanç neden var sorusuna cevap aramak. İnsanlar neden bir şeye inanmak zorundadır? Ya da insanlar neden bir şeye inanma gereksinimi duyar? İşte bütün bu sorular bakış açımızı biraz daha açmamızı sağlayacaktır.
Toplumsal yapı gereği psikolojik olarak her zaman bir neden bir sonuç aramaya yönelik evrimleştik. Sürekli çıkarım peşinde koşarak her şeye anlam bulma çabamız bizi inançlarımız olmasına itti. Beynimiz ise bundan evrimleşti. Aslında bizi biz yapan en önemli şey benliğimizdir. Yani bir bakıma durumsal farkındalık. Benliğimizin farkına varmak. Tüm mesele bebeklik çağlarımızda ilk kez sesimizi tanımamızla ortaya çıktı. İnanılmaz geniş öğrenme yapısına sahip olan bebek beyinleri 2 faktöriyelli bir yaşam sitili içinde yetişmeye başlar. Olaylar sonrasında karar verme aşamaları çoğaldıkça genişlemeye başlar. Beyinde gelişir ve genişler. O yüzden bebeklerin kafatası belli bir yaşa kadar birbirinden ayrıktır. Tıpkı evren gibi. Vücudumuz evrenin küçük bir modeli gibi olduğu varsayımını da teori olarak burada öne sürüyorum.
prefrontal korteks terimini hiç duydunuz mu? Duymadıysanız açıklamam gerek, bu terim beynimizdeki bir bölümün genel adıdır. Şimdi akıllarda bunun ile inancın ne ilgisi olabilir düşüncesi dolaşıyor. Ama bu bölüm yani prefrontal korteks beynin direk karar verme ve bilinçsel düşünce ile ilgili olduğunu söylemeliyim. Beynimizde ki bu bölüm inancın ortaya çıkmasına büyük miktarda katkı sağlayan bir bölümdür. Ayrıca beynin limbik sistemi duygu ve psikolojik anlamda çıkan güçlü kabullenmeyi beynin ve vücudun tamamına öğretir.
İşte tüm bunlar bizim ölümden korkmamıza bir önlem mekanizması, her şeye bir cevap vermenin rahatlatma hissi, aidiyet ve toplumsal bağların güçlenmesine katkı sağlamasına neden olur.
Varoluş Etkileri
Tüm yaratılan, ortaya çıkan her şey bir biri ile bir noktada etkileşimli ve bağlıdır. Neden sonuç ilişkisi ve kesinlik olgusu ile zamanın var olması gibi. Bu etki sadece canlı bir yaşamda değil en ufak bir yapı taşında dahi ortaya çıkan kitlesel güçlü bir bağ anlamına geliyor. Olasılıkların bir araya gelerek sonsuz düzlemde sonsuz olayların ortaya çıkmasına ön ayak oluyor. Bu benim teorim.
Ayrıca benim en sevdiğim rakam 1 rakamıdır. Neden mi bir ve neden ben bir rakamını rakamsal olarak yazdım? Sondan başlayacak olursak bir rakamı rakam olmayı hak eden en değerli rakam olduğu için rakamsal olarak yazdım. 1 rakamı tamamıyla teklidir. Aynı varoluşumuzda birden geldiğimiz için. Teklik.
Hiçbir şey yokken birden sonsuz yoğunluktaki bir hiç saniyenin bilmem kaçında milyarlarca olasılıktan koca evreni ortaya çıkartıyor? Peki burada hiç terimi size neyi anlam ifade ediyor. Yokluk mu? Sıfır mı? Yoksa başka bir şey mi? İşte benim bakış açımda burada ki hiç bana 1’i anlatıyor. Tekliği.
Hiçlik, düşündüğümüz gibi bir yokluk değil, aslında tüm potansiyellerin henüz gerçekleşmemiş halidir. Hiçliğin içindeki 1, varlığın en saf hali olabilir; belki de bu yüzden 1, her şeyin kökeninde yatar. Her şeyin başlangıcında, önce hiç vardı; ve bu hiç, kendi içinde sonsuz olasılığın kıvılcımını barındırıyordu. Bu kıvılcım, varoluşun kendisi, belki de 1 rakamının bize anlattığı şeydir.
İnançlarımız, sadece zihinsel bir kabullenme değildir; onları benimsediğimizde, tüm varoluşumuz üzerinde bir etki yaratırlar. Bir insan, kötü bir olayın olacağına inanırsa, o inanç, bu olayın gerçekleşmemiş olmasına rağmen, zihninde ve bedeninde bir gerçeklik haline dönüşebilir. İşte bu, inancın ne kadar güçlü bir mekanizma olduğunu gösterir. Kişi, olumsuz inançlarıyla kendini bir tür hapishaneye kapatabilir, tıpkı evrenin muazzam bir enerjiyi barındırırken, tek bir noktada sıkışmış bir yoğunluk gibi. Ama bu yoğunluk bir noktada patlar ve inançların şekillendirdiği sonsuz olasılıklar ortaya çıkar.
Bir Hikâye;
1950’lili yıllarda Amerika birleşik devletleri (ABD)’de -18 derecedeki koca bir buzhane deposunun bir bölümü bozulmuş ve içeriye girip çıkan kamyonlarda ki bozulacak malzemelerin depolaması diğer alanlara yüklenmiş ve büyük bir kaos ortaya çıkartmıştı. İşte tam bu noktada şirket sahipleri bu durumu düzeltebilmek için alanında büyük uzman olan 2 tamirciyi davet etmişlerdir.
Gelen tamirciler şirket sahibine siz saat akşam 6 da çıkın işi bırakın bizde burada sabaha kadar rahat rahat çalışarak tüm sorunu çözelim ve size sabah işi teslim edelim demişlerdir. Şirket sahibi müdürlerine bu durumu anlatmış ve tüm işletmedeki işçiler müdürler herkes saat akşam 6 da çıkmış ve o iki tamirci içeriye girip tamir ekipmanlarını da yanlarında götürüp sorunun kaynağını aramaya başlamışlardır.
Tam bu sırada herkes çıktığı için bekçi durumu bilmediğinden kapıları kapatmış ve iki tamirci içerde kitli kalmıştır. Kapı ses geçirmez büyük bir çelik kapıdır ve bir kez kapatıldığında içeriden asla açılamaz durumda olur ve sadece dışarıdan açılabilir haldedir.
İki tamirci bu durumu görünce birden üşümeye başlamış ve ısınmak için bir birlerine sarılmışlardır. Sabah işçiler tekrar geldiğinde ise gördükleri manzara karşısında şok etkisi geçirmişlerdir. Çünkü içeride mahsur kalan iki tamirci bir birlerine sarılır vaziyette donarak can vermişlerdir.
İşçiler içerideki termostata baktıklarında, içerinin 19 derece olduğunu görmüşler ve bütün emareleri ile donarak öldüklerini kanıtlayacak şekilde vücutlarının katılaştığını gördüklerinde büyük bir şaşkınlık yaşamışlardır.
Bu iki tamirci içeride bozuk bir odanın içerisinde 19 derece sıcaklıkta nasıl donarak öldü? İşte Nosebo tam olarak budur. Bir şeyin size kötü geleceğini düşünürsen o şey size kötü gelir. Bir şey sizin işlerinizi zor duruma sokacağına inanırsanız o şey sizi zor duruma sokar. Bir şeyin sizi hasta edeceğini düşünürsen o şey sizi hasta eder. Bir şey sizi donarak öleceğine inandırırsa siz donarak ölürsünüz…
Plasebo ise bu durumun tam tersidir…
Bir yanıt yazın